3 Eylül 2013 Salı

Canım Ciğerim Şile'm


Şile bizim Bibi ile her sene muhakkak gittiğimiz ve vazgeçemediğimiz bir yer. Daha sevgiliyken bir haftasonu arkadaşlarla kaçıp gittiğimiz ve İstanbul içi olupta bir o kadar nasıl İstanbul olamaz diye düşündüğümüz yer. Evlendikten sonra da geleneğimizi devam ettirip her sene muhakak 2 veya 3 gün kaçtığımız bir yer Şile.

Bodrum tatilinde zaten çok yorulmuş olan bünyemizi bir Şile tatili ile dinlendirelim dedik. 30 Ağustos’a da denk gelmesi biçilmiş kaftandı. Perşembe akşamı hoplaya zıplaya eve gittim. Belinay’ı yatırıp bavulumu hazırlayacaktım. Ama o da ne? Belinay’ın ateşi var. Biraz ılıktı vücudu. Baktım ateşine 37.2 civarında. Fazla bir ateş değil biliyorum ama gene de ağrısı sızısı vardır diye bir ölçek calpol verdim. Uyudu rahat rahat, fakat saat 10:30 gibi ateş 38 oldu. Bibi evde değil maçta... Doktoru aradım hemen. Her zamanki gibi “38 derece önemli değil birşey olmaz” dedi. Bayılıyorum doktorumuza, benim telaş olduğum konularda o kadar serinkanlı ve rahat ki, telefonu kapatınca aman bişey yokmuş demek ki laylay lom diyorsunuz. Doktor konusunu ayrı bir postta ayrıntılı yazacağım.

Yarım saat daha bekleyin düşmezse ibufen verirsiniz ama bişey olmaz düşer dedi. Ben tabi Bibiyi aradım gelirken nöbetçi eczane bulup ilaç alması için. Ama doktorumuz haklı çıktı ve ateş düştü. Sabaha da gayet keyifli ve zinde kalktı.

Sabah Belinay’ı ananesine bıraktıktan sonra biz de düştük yollara. Vay be, sessizlik, aman tatile gidiyoruz derken Şile’ye vardık bile. 40 dakika bişey sürüyor zaten şaka gibi.

Hemen otelimize gittik. Biz her sene Değirmen Otel’de kalıyoruz. Güzel mi? Hayır değil, bir kere çok eskimiş artık otel. Klimadan odaya sular damlıyordu şıp şıp şıp sinir bozucu bir şekilde. Üstelik klimayı taktıkları asma tavanın da sulardan sıvası çıkmış, bir anda aşağı düşecekmiş gibi duruyordu ama olsun. Kaale almadık.
Bavullarımızı otele bıraktık. Yemek yedik bir yerde, hava da şansımıza bozuktu. Hem rüzgarlı hem de bulutlu olunca biraz Şile’nin çarşısında dolaşıp odaya geçtik.

Televizyonumuzu açtık uzandık yatağa. Boş boş oturmayalı bayağı bir zaman olmuş. Bibi zaten çok yorgun olduğu için hemen uyudu. Ben de kitap okudum, televizyon seyrettim. Sonra çıktım dışarı, kulağımda müziğim verdim kendimi yollara. Bibi’yia asla sokamayacağım tümd ükkanlara girdim çıktım, bornozlar, pikeler, masa örtüleri hepsine girdim çıktım. Dondurmamı da aldım. Geri döndüm otele.

Öyle güzel geliyor ki insana bazen yalnız kalmak. Allaha şükür sorunumuz yok, derdimiz yok, Beloş bizim canımız. Ama yalnızlık belki sadece yarım saat. Tadından yenmiyor.





Sonra hazırlandık ve yemek yemeğe çıktık. Geçen seneye kadar limandaki teknelere yemek yemeğe gidiyorduk. Yanyana 3 adet tekne. Biri papalina, diğeri Babaoğlu, diğerini hatırlayamıyorum. Geçen sene Papalina’da bizi hesapta şaşırttılar, biz de Babaoğluna gidelim yer ayırtalım demiştik ama ordakilerin de tavırları hoşumuza gitmedi. Geçen senede gittiğimiz Deniz Restoran’da karar kıldık. İyi de yapmışız ohhhhh.
Mezeler o kadar taze, balık o kadar güzel, rakı o kadar şeker, manzara o kadar iç açıcıydı ki, akşam hiç bitmesin istedim.




Ordan da çıkıp, Bibi’yi çay bahçesine oturtup ben de incik boncuk bakmaya daldım. Bu kadar mı güzel olabilir herşey? Türkbükü falan halt etmiş. Aldım incik boncuklarımı da içim iyice rahat etti. Kadın dediğin her gittiği yerden bir incik boncuk, magnet almalı kardeşim. Adettendir J

Ertesi gün saat 12’ye kadar uyuyacağım desem de saat 10’da dikildik. E olsun, kesintisiz uyku, uzun zamandan sonra ilk defa. Kahvaltımızı yaptık, doğru sahile.

Karadeniz deyince insan korkuyor, dalgasından, kumundan. Ama bizim girdiğimiz yer öyle güzel bir yer ki? Tam Şile meydan otoparkın orada yanyan dizilmiş 4 adet beach var. Biz her sene İzbarço beach’e gidiyoruz. Şezlonglar paralı. 15 TL. Yediğiniz içtiğiniz elinizin altında. Yorulmak yok, yürümek yok...Tam da dalga kıran’ın orada. Dolayısıyla denizi süt liman. Tertemiz. Üstelik bu sene mavi bayrakta almış Şile.
Bibi kendini hemen gölgeye atıp televizyon başına oturdu, ben de kitabımı okudum, bir önümü bir arkamı yakmaya çalışıyorum ama nafileç Hep bulutlu hep rüzgar. Denize de giremiyorum vucut ısınmadı ki, deniz de buz gibi. Zaten bir süre sonra her tarafı bulutlar kapladı, yarısı kara yarısı beyaz. Artık üşümeye başlayınca saat 5 gibi kalktık. Odaya döndük.


Akşam da canımız arakı balık çekmeyince, atıştıralım da bir bar var,Dubara, oraya gideriz vakit geçiririz dedik. Bişeyler yedik ama saat daha 8. Çay içelim de vakit geçsin bu saatte gidilmez dedik. 8’den 10’a kadar rüzgarda oturunca üşüdük, rüzgardan serseme döndük. Yaşlanmışız ne barı dedik, yoldan biralarımızı cipslerimizi alıp odaya geçtik. Korku filmi seyredelim dedik ama ben korktum. Ne de olda geceleri kaç kere ben kalkıyorum. Tam kalkarım aklıma gelir film benim. Bibi’ye de seyrettirmedim. Başka bir film bulup seyrettik. Haydi bakalım yarın hava güneşli olsun diye yattık...


Ve yağmurlu bir sabaha uyandık. Sendeki şans nedir arkadaş diyeceksiniz ama inanın ki ben çok şanslıyım. Nasıl dinlendim nasıl iyi geldi, nasıl ruhum huzur buldu anlatamam. Süper bir enerjiyle İstanbul’a dönüp Belinay’ıma kavuştum. 


Garip bişey annelik, ne onla tatil oluyor ne de onsuz. Her attığımız adımda aklımızda o. Birbirimize taklidini yapıyoruz, yaptıkça gözümüz yaşarıyor. Belinay’ım biraz daha büyü bak senle neler neler yapacağız J


Peki bu süre zarfında Belinay ne yaptı? Onun keyfi yerindeydi. Bize işte böyle el salladı...




Hiç yorum yok: