27 Eylül 2013 Cuma

Annelik...

Kapana kısılmışlık duygusu fakat ipini çözseler dahi bir yere gitmek istememek, onun kokusu olmadan yaşayamamaktır.

23 Eylül 2013 Pazartesi

16 Eylül 2013 Pazartesi

Son durumlar

Zaman hızla akıp gidiyor. Bazen Belinay’ın doğum fotoğraflarına bakıyorum hiç hatırlamıyorum neredeyse o zamanlarını. O yüzden şimdi elimde fotoğraf makinası her halini fotoğraflamaya çalışıyorum. Bakalım Belinay 17 aylıkken neler yapıyormuş...


-Hala çok konuşma belirtisi yok. Kelimeleri arka arkaya tekrar ediyorum, çok dikkatli dinliyor ama söylemiyor. Bunda evde olan kişinin de çok etkisi var. Bence evdeki bakıcı Belinay ile çok sohbet etmiyor. Zaten yakında dadıyı değiştireceğimiz için şimdilik kafayı fazla takmıyorum.
-Söyleyebildiği kelimeler: Anne, baba, bıcı bıcı, mini, e- eeee, mama, cik cik, hav, pisi pisi ve lamba. Lamba’yı öğrenmesi eneteresan oldu, maviyi, sarıyı öğretemezken lambayı nasıl saniyede öğrendi şaşıyorum. Konuşamadığı ve anlatamadığı duurmlarda ise çığlığı kullanıyoruz. Evde her daim bir çığlık sesi mevcut. Mi ise ver demek...


-Konuşamasa da eşşek sıpası, her laftan anlıyor. Dişlerimizi fırçalayalım dediğim zaman koşarak banyoya gidiyor. Otur ayakkabılarını çıkar dediğimde gayet güzel oturuyor ve ayakkabılarını itina ile çıkartıyor. Çoraplarını kendi giymeye çalışıyor. Bezini çıkartıyor. Kakasını yapınca gösteriyor ama hala alt değiştirmek, üst giydirmek problem. Çığlık kıyamet dakikalar yaşıyoruz. 


-Yeni yeni öpmeyi öğrendi. Allahım o nasıl bir duygu nasıl bir zevk. Öp beni diyince gelip öpüyor ve muck diye ses çıkartıyor. Her zaman tam zamanında ses çıkmıyor ama bazen öpmeden önce bazen öptükten belirli bir süre sonra muck sesi geliyor. 


-canım yap deyince sarılıyor bi de sırt sıvazlyor. Bayılıyorum o haline. Geçenlerde bir arkadaşlara gittik. Belinay etrafda özgürce dolaşıyordu. Hadi gel kucağıma biraz seveyim seni dediler, Beloş’un bir bakışı ve sırtına tak tak vuruşu vardı ki gülmekten yarıldık. Resmen “hadi canım hadi başka sefere” der gibiydi.
-Ne kucakta oturuyor 2 dakika ne pusette. Varsın yoksun gezsin dursun. O enerjiyi nerden buluyor anlayabilmiş değilim. 2 dakika yere oturup bir oyuncakla oynadığını hiç görmedim. Varsın yoksun gezsin, karıştırsın, çekmece boşaltsın, yeni birşey görünce “a aaaaaa” desin. 


-Gündüz uykularına karşı acayip bir direniş başladı. Uyumamak için feci inat ediyor. Hal böyle olunca akşamları bayılıyor ama 2 haftadır gecede 6 defa kalkıp yanına çağırıyor. Bazen kandırıp uyutuyorum ama bazen yemiyor. Yanıma gelmek istiyor. Mecbur alıyorum. Ona alışacak aman yapma falan diyenler oluyor, olacak. Ama başka çarem kalmıyor. Sabahları 6:30’da kalkıp işe gidiyorum. Saat 4:30’da deliler gibi ağlayan bir çocuk hiç çekilmiyor. Üst köpek dişlerini çıkartmış. Alttlar yolda. Ondan olduğunu tahmin ediyorum. Göreceğiz bakalım. 


-Hala her bulduğu şeyi ağzına atma ve istemediği şeyleri yere atma huyumuz bitmedi. Demin laf anlıyor dedim ya, bir tek “hayır”dan anlamıyor. Anlıyor da işine gelmiyor. Uzaktan hayııırrrr dediğimde yüzüme sinsi sinsi bir bakışı var ki görülmeye değer. Resmen kim takar seni şam babası diyor ya.

-Bazen çizgi film izlesin istiyorum bende o arada işlerimi toparlayayım diyorum, sadece yarım saat yeter bana. Ama gel gör ki çizgi filmin suratına bakmıyor. İlgilendiği bişey olursa da 2 dakika sürüyor ve oturarak değil ayakta izliyor. 


-Ceviz, fındık, badem, kuru üzüme bayılıyor. Zeytin canavarı. Yemeklerini keyfi yerindeyse güzel yiyor. Makarna, kuskusa bayılıyor. Balığı biraz zor yiyor. Süt ve taze sıklımış meyve suyu çok seviyor. Biberonu bırakalı zaten bayağı bir zaman oldu. Gece uyanıp acıkırsa biberonla süt veriyorum ama o da çok seyrek oluyor.


-Mutfaktaysak eline bir kap ve karıştırıcı veriyorum aklı sıra kabın içinde karıştırıp, sonra ocağa koymaya çalışıp “mama” diyor. Yemek pişiriyor haspam. Eline cüzdan verince içini açıp (içi boş bu arada) içinden hayali para uzatıyor. En sevdiği şeyler hala ipad ve iphone. O kilidi büyük özenle açıp kendisi için indirdiğim aplikasyonları buluyor artık. Diş fırçalarken ben onun dişleribi fırçalarken, o da benim diş fırçamı alıp benim dişlerimi fırçalıyor.

-Islak mendilleri çıkartıp onlarla yer siliyor. Sonra da o mendili yemeye çalışıyor.

-Sabahları hiç sersem gibi kalkmıyor. Gözünü açması ile ayağa dikilmesi arasında geçen zaman sadece 5 sn. Ve güne hep mi (ver) ile başlıyor. Bunlarda ya başucumdaki telefon ya da onun odasındaki su oluyor.

-Müziğe bayılıyor, kapı gıcırtısında oynuyor.


-Tatlı ile hiç arası yok, tüm gün eline limon versen yiyor. 


-Bakıcı sorunumuz hala devam ediyor. Ama şunu biliyorum ki Türk’lerden illallah geldi. Bu kadar şımarık, kendilerini bişey sanan, yemek yaparım diyen ama bu kadar lezzetsiz yemek yapan, önceden aaa ben her işi yaparım diyip işe giren, sonrasında bunlar benim işim değil diyen ama üstüne de sigorta isteyen bir türkler var herhalde. Beloş’un da çok hareketli bir çocuk olup haftasonu hiç iş yaptırtmaması, kahvaltı bile hazırlatmaması durumu varken yatılı bir dadı aramaya karar verdik. Hem ben rahat ederim hem de arkam biraz toplanır. Ben salak bir insanım çünkü, eve geliyorum 7:30’da, Beloşla ilgilen giydir, yatır derken zaten saat 9’u geçmiş oluyor. Ondan sonra yemek ye, etrafı toparla derken kendime ayıracak 2 dakikam olmuyor. Salağım çünkü etrafı toparlıyorum ertesi gün kadın toplasın değil mi? Yok ben topluyorum işte. Ama o gerizekalı kendi içtiği bardağı ortada bırakıyor. Bi de eğitimciyim ben demiyor mu? Salak mısın sen ya? Neyin eğitimcisisin? O zaman git anaokullarında çalış. Sanki çok şey öğretti Beloş’a. Şimdilik sakin olmaya çalışıyorum yeni birini bulana kadar. Ama genç, Beloş’la deliler gibi oyun oynayacak, işi gücü gocunmadan yapacak birini arıyorum. Yabancı olsun mümkünse...



Bizde son durumlar böyle. Her geçen gün Beloş’un gelişimini ağzımız açık seyrediyoruz. 2 yaş sendromuna da iyice girdik sanırım çünkü istemediği şey yapılınca, elinden bişey alınınca kendini yerden yere atıyor. Bakalım gelecek günlerde bizi neler bekliyor olacak?

3 Eylül 2013 Salı

Canım Ciğerim Şile'm


Şile bizim Bibi ile her sene muhakkak gittiğimiz ve vazgeçemediğimiz bir yer. Daha sevgiliyken bir haftasonu arkadaşlarla kaçıp gittiğimiz ve İstanbul içi olupta bir o kadar nasıl İstanbul olamaz diye düşündüğümüz yer. Evlendikten sonra da geleneğimizi devam ettirip her sene muhakak 2 veya 3 gün kaçtığımız bir yer Şile.

Bodrum tatilinde zaten çok yorulmuş olan bünyemizi bir Şile tatili ile dinlendirelim dedik. 30 Ağustos’a da denk gelmesi biçilmiş kaftandı. Perşembe akşamı hoplaya zıplaya eve gittim. Belinay’ı yatırıp bavulumu hazırlayacaktım. Ama o da ne? Belinay’ın ateşi var. Biraz ılıktı vücudu. Baktım ateşine 37.2 civarında. Fazla bir ateş değil biliyorum ama gene de ağrısı sızısı vardır diye bir ölçek calpol verdim. Uyudu rahat rahat, fakat saat 10:30 gibi ateş 38 oldu. Bibi evde değil maçta... Doktoru aradım hemen. Her zamanki gibi “38 derece önemli değil birşey olmaz” dedi. Bayılıyorum doktorumuza, benim telaş olduğum konularda o kadar serinkanlı ve rahat ki, telefonu kapatınca aman bişey yokmuş demek ki laylay lom diyorsunuz. Doktor konusunu ayrı bir postta ayrıntılı yazacağım.

Yarım saat daha bekleyin düşmezse ibufen verirsiniz ama bişey olmaz düşer dedi. Ben tabi Bibiyi aradım gelirken nöbetçi eczane bulup ilaç alması için. Ama doktorumuz haklı çıktı ve ateş düştü. Sabaha da gayet keyifli ve zinde kalktı.

Sabah Belinay’ı ananesine bıraktıktan sonra biz de düştük yollara. Vay be, sessizlik, aman tatile gidiyoruz derken Şile’ye vardık bile. 40 dakika bişey sürüyor zaten şaka gibi.

Hemen otelimize gittik. Biz her sene Değirmen Otel’de kalıyoruz. Güzel mi? Hayır değil, bir kere çok eskimiş artık otel. Klimadan odaya sular damlıyordu şıp şıp şıp sinir bozucu bir şekilde. Üstelik klimayı taktıkları asma tavanın da sulardan sıvası çıkmış, bir anda aşağı düşecekmiş gibi duruyordu ama olsun. Kaale almadık.
Bavullarımızı otele bıraktık. Yemek yedik bir yerde, hava da şansımıza bozuktu. Hem rüzgarlı hem de bulutlu olunca biraz Şile’nin çarşısında dolaşıp odaya geçtik.

Televizyonumuzu açtık uzandık yatağa. Boş boş oturmayalı bayağı bir zaman olmuş. Bibi zaten çok yorgun olduğu için hemen uyudu. Ben de kitap okudum, televizyon seyrettim. Sonra çıktım dışarı, kulağımda müziğim verdim kendimi yollara. Bibi’yia asla sokamayacağım tümd ükkanlara girdim çıktım, bornozlar, pikeler, masa örtüleri hepsine girdim çıktım. Dondurmamı da aldım. Geri döndüm otele.

Öyle güzel geliyor ki insana bazen yalnız kalmak. Allaha şükür sorunumuz yok, derdimiz yok, Beloş bizim canımız. Ama yalnızlık belki sadece yarım saat. Tadından yenmiyor.





Sonra hazırlandık ve yemek yemeğe çıktık. Geçen seneye kadar limandaki teknelere yemek yemeğe gidiyorduk. Yanyana 3 adet tekne. Biri papalina, diğeri Babaoğlu, diğerini hatırlayamıyorum. Geçen sene Papalina’da bizi hesapta şaşırttılar, biz de Babaoğluna gidelim yer ayırtalım demiştik ama ordakilerin de tavırları hoşumuza gitmedi. Geçen senede gittiğimiz Deniz Restoran’da karar kıldık. İyi de yapmışız ohhhhh.
Mezeler o kadar taze, balık o kadar güzel, rakı o kadar şeker, manzara o kadar iç açıcıydı ki, akşam hiç bitmesin istedim.




Ordan da çıkıp, Bibi’yi çay bahçesine oturtup ben de incik boncuk bakmaya daldım. Bu kadar mı güzel olabilir herşey? Türkbükü falan halt etmiş. Aldım incik boncuklarımı da içim iyice rahat etti. Kadın dediğin her gittiği yerden bir incik boncuk, magnet almalı kardeşim. Adettendir J

Ertesi gün saat 12’ye kadar uyuyacağım desem de saat 10’da dikildik. E olsun, kesintisiz uyku, uzun zamandan sonra ilk defa. Kahvaltımızı yaptık, doğru sahile.

Karadeniz deyince insan korkuyor, dalgasından, kumundan. Ama bizim girdiğimiz yer öyle güzel bir yer ki? Tam Şile meydan otoparkın orada yanyan dizilmiş 4 adet beach var. Biz her sene İzbarço beach’e gidiyoruz. Şezlonglar paralı. 15 TL. Yediğiniz içtiğiniz elinizin altında. Yorulmak yok, yürümek yok...Tam da dalga kıran’ın orada. Dolayısıyla denizi süt liman. Tertemiz. Üstelik bu sene mavi bayrakta almış Şile.
Bibi kendini hemen gölgeye atıp televizyon başına oturdu, ben de kitabımı okudum, bir önümü bir arkamı yakmaya çalışıyorum ama nafileç Hep bulutlu hep rüzgar. Denize de giremiyorum vucut ısınmadı ki, deniz de buz gibi. Zaten bir süre sonra her tarafı bulutlar kapladı, yarısı kara yarısı beyaz. Artık üşümeye başlayınca saat 5 gibi kalktık. Odaya döndük.


Akşam da canımız arakı balık çekmeyince, atıştıralım da bir bar var,Dubara, oraya gideriz vakit geçiririz dedik. Bişeyler yedik ama saat daha 8. Çay içelim de vakit geçsin bu saatte gidilmez dedik. 8’den 10’a kadar rüzgarda oturunca üşüdük, rüzgardan serseme döndük. Yaşlanmışız ne barı dedik, yoldan biralarımızı cipslerimizi alıp odaya geçtik. Korku filmi seyredelim dedik ama ben korktum. Ne de olda geceleri kaç kere ben kalkıyorum. Tam kalkarım aklıma gelir film benim. Bibi’ye de seyrettirmedim. Başka bir film bulup seyrettik. Haydi bakalım yarın hava güneşli olsun diye yattık...


Ve yağmurlu bir sabaha uyandık. Sendeki şans nedir arkadaş diyeceksiniz ama inanın ki ben çok şanslıyım. Nasıl dinlendim nasıl iyi geldi, nasıl ruhum huzur buldu anlatamam. Süper bir enerjiyle İstanbul’a dönüp Belinay’ıma kavuştum. 


Garip bişey annelik, ne onla tatil oluyor ne de onsuz. Her attığımız adımda aklımızda o. Birbirimize taklidini yapıyoruz, yaptıkça gözümüz yaşarıyor. Belinay’ım biraz daha büyü bak senle neler neler yapacağız J


Peki bu süre zarfında Belinay ne yaptı? Onun keyfi yerindeydi. Bize işte böyle el salladı...